Pages

31 Ekim 2010 Pazar


Bediüzzaman Said Nursi
Ocak-Mart 1878 - 23 Mart 1960

Bitlis'in Hizan ilçesine bağlı Nurs köyünde doğan Said Nursi Hazretleri hicri 13. asrın müceddiddir. Küçük yaşlarında üstünlüğü fark edildiğinden kendisine zamanın mükemmeli anlamında Bediüzzaman ismi takılmıştır. Hayatının 30 küsür yılını hapislerde ve sürgünlerde geçiren bu büyük dava insanı 23 Mart 1960'da Şanlıurfa’da vefat edene kadar İslam'a hizmet etmiştir.

Bediüzzaman yazılarımızın devamı gelecektir. Şimdi Maddenin Gerçeği konusu hakkındaki sözlerinden alıntı yapalım:

Birinci sır: Vücub (olmaması imkânsız olma) ve tecerrüdün (anlamayı engelleyen herşeyden uzaklaşmanın) hadsiz kolaylığa ve nihayetsiz suhulete (sonsuz Kolaylığa) sebebiyet vermeleri, gayet derin bir sırdır. Onu bir temsil ile fehme takrib edeceğiz. Şöyle ki:

Vücut mertebeleri muhteliftir. Ve vücut âlemleri ayrı ayrıdır. Ayrı ayrı oldukları için, vücutta rüsuhu (ilim ve fennin derinliğine hakimiyeti) bulunan bir tabaka-i vücudun bir zerresi, o tabakadan daha hafif bir tabaka-i vücudun bir dağı kadardır ve o dağı istiab eder (içine alır). Meselâ, âlem-i şehadetten (gözle görülen âlemden, yani bu dünyadan) olan kafadaki hardal kadar kuvve-i
hafıza, âlem-i mânâdan bir kütüphane kadar vücudu içine alır. Ve âlem-i haricîden (maddi alemden) olan tırnak kadar bir âyine-i vücudun (vücut aynasının -örneğin beyindeki görme merkezinin-) âlem-i misal tabakasından koca bir şehri içine alır. Ve o âlem-i haricîden (maddi alemden) olan o ayna ve o hafızanın şuurları ve kuvve-i icadiyeleri olsaydı (yoktan varedebilme güçleri olsaydı), bir zerrecik vücud-u haricîleri kuvvetiyle, o vücud-u mânevîde ve misalîde hadsiz tasarrufat ve tahavvülât (idare edip, değişiklikler) yapabilirlerdi. Demek, vücut rüsuh (ilim ve fennin derinliğine hakimiyeti) peydâ ettikçe (edindikçe), kuvvet ziyadeleşir (artar); az bir şey, çok hükmüne geçer. Hususan (özellikle) vücut rüsuh-u (ilim ve fennin derinliğine hakimiyeti) tam kazandıktan sonra,
maddeden mücerred (bağımsız) ise, kayıt altına girmezse, o vakit cüz'î bir cilvesi (ufak bir yansıması, tecellisi), sair (diğer, geri kalan) hafif tabakat-ı vücudun çok âlemlerini çevirebilir.


İşte, "En yüce sıfatlar Allah'ındır. (Nahl suresi. 60.)" , şu kâinatın Sâni-i Zülcelâli (sonsuz büyüklük sahibi ve herşeyi sanatla yaratan Allah), Vâcibü'l-Vücuddur (varlığı zarurî ve şart olan ve yokluğu düşünülemeyendir). Yani, Onun vücudu zâtîdir (kendisine aittir), ezelîdir, ebedîdir, ademi mümtenidir (yokluğu imkansızdır), zevâli muhâldir (yok olması imkansız) ve tabakat-ı vücudun en râsihi (vücut tabakalarının en sağlamı, bilgisi en geniş olanı), en esaslısı, en kuvvetlisi, en mükemmelidir. Sair tabakat-ı vücut (yaratılan varlıların tabaka ve dereceleri), Onun vücuduna nispeten gayet zayıf bir gölge hükmündedir.
Ve o derece Vücud-u Vâcib (varlığı şart), râsih (sağlam) ve hakikatli; ve vücud-u mümkünat o derece hafif ve zayıftır ki, Muhyiddin-i Arabî gibi çok ehl-i tahkik (hakîkatları delilleriyle bilen âlimler), sair tabakat-ı vücudu (yaratılan varlıların tabaka ve dereceleri) evham (olmayan birşeyi var zannetmek ) ve hayal derecesine indirmişler:
"Ondan başka hiçbir varlık yoktur"
demişler. Yani, "Vâcibü'l-Vücuda nispeten başka şeylere vücut denilmemeli; onlar vücut ünvanına lâyık değillerdir" diye hükmetmişler.


İşte, Vâcibü'l-Vücudun (varlığı zarurî ve şart olan ve yokluğu düşünülemeyenin) hem vâcib (zorunlu), hem zâtî (valığı kendisine ait) olan kudretine karşı, mevcudatın (yaratılmış varlıkların) hem hâdis (yeni), hem ârızî (sonradan varolan) vücutları ve mümkünâtın
hem kararsız, hem kuvvetsiz sübutları, elbette nihayet derecede kolay ve hafif gelir. Bütün ruhları haşr-i âzamda ihyâ edip (büyük diriliş gününde diriltip) muhakeme etmek, bir baharda, belki bir bahçede, belki bir ağaçta haşir ve neşrettiği (yaratıp yaydığı) yaprak ve çiçek ve meyveler kadar kolaydır.


Mektubat, Yirminci Mektup, 241. sayfa

5 Ekim 2010 Salı


İbn-i Sina
Ağustos 980 - 21 Haziran 1037

İbn-i Sina geometri, mantık, fıkıh, sarf, nahif, doğabilim ve tıp üzerine çok önemli araştırmalar yapmıştır. El-Kanun fi't-Tıp (Tıpta Kanun) adlı eseri dört yüz yıl boyunca batıda ders kitabı olarak okutulmuş, Latinceye pek çok çevirileri yapılmıştır. Kitabü-ş-Şifa adlı kitabı on bir ciltten oluşur. Yine pek çok Latince çevirisi yapılmıştır ve yine yıllarca ders kitabı olarak okutulmuştur. Bu eserde Matematik, Aritmetik, Geometri, Astronomi, Fizik, Kimya, Mineroloji, Mantık, Musiki, Hitabet gibi birçok farklı bilim dalına ilişkin detaylı araştırmalar ve açıklamalar mevcuttur. Ayrıca Kitabü'l-Necat (Kutuluş Kitabı), Risale fi-İlmü'l-Ahlak (Ahlak Hakkında Risale) ve İşaret ve'l-Tembihat (Belirtiler) adlı eserleri vardır.

Tüm dünya tarafından büyük bir insan olduğu kabul edilen İbn-i Sİna Varolan herşeyin gölge varlıklar olduğunu şöyle anlatmıştır:

“Bütün yaratılmışların aslı yokluktur. Ve yokluktan var olmuşlardır. Özdeğin de tabiatı yokluk olduğundan, o ancak biçim nedeniyle vardır.
Biçimin yok oluşu da, özdek sebebiyledir. Özdek, çorak bir yer olduğundan, biçimler, orada sürekli kalamazlar. Çünkü söz ettiğimiz gibi, yokluk, özdeğin doğasıdır.”